Şeker Hastalığı (Diyabet) Nedir?
Diabetes Mellitus (D.M.) veya yaygın bilinen ismiyle şeker hastalığı, kan şekeri yüksekliği ile
seyreden birçok farklı bozukluğun içinde bulunduğu bir grup hastalığın ortak adıdır.
Kandaki şeker (glukoz) seviyesi, pankreas adı verilen salgı organımızda üretilerek kan dolaşımına verilen insülin isimli hormon tarafından kontrol edilir.
Kan şekerini düzenleyen başlıca hormon insülin olmakla birlikte çeşitli organlardan salgılanan başka hormonlar da (kortizol, adrenalin, büyüme hormonu, glukagon) insüline zıt yönde etki göstererek kan şekeri seviyesinin belli bir denge içinde tutulmasına yardımcı olur. Bu dengenin bozulması hipoglisemi (kan şekeri düşüklüğü) veya hiperglisemi (kan şekeri yüksekliği) ile sonuçlanır ve her iki durum da bazen hayatı tehdit edici boyutlara kadar ulaşan problemlere yol açabilir.
Diyabet Tipleri
Başlangıçta ifade edildiği üzere diyabet tek bir hastalık değildir, farklı mekanizmalarla ortaya çıkan ve kan şekeri yüksekliği ile seyreden bir grup hastalıktır. Günümüzde diyabet 4 ana kategoride ele alınmaktadır: Tip 1 (insüline bağımlı) diyabet, Tip 2 (insüline bağımlı olmayan) diyabet, Gestasyonel (gebelikte görülen) diyabet ve genetik/hormonal problemlere ya da ilaçlara bağlı olarak ortaya çıkan ender görülen özel diyabet türleri. Ancak şeker hastalığı denince ilk akla gelen grup tüm diyabetlilerin % 90’a yakınını meydana getiren tip 2 diyabettir, geri kalan diyabetlilerin büyük kısmını tip 1 diyabet oluştururken genetik/hormonal bozukluklara ya da ilaçlara bağlı ortaya çıkan özel diyabet türleri nadir görülür.
Bu noktada gestasyonel diyabet (gebelik şekeri) için ayrı bir pencere açmak gerekebilir. Gestasyonel diyabet, öncesinde şeker hastalığı olmayan bir kadında gebelik döneminde ortaya çıkan diyabettir. Gestasyonel diyabet tanısı koyabilmek için gereken kan şekeri değerleri diğer diyabet gruplarından farklıdır ve gestasyonel diyabeti hem bu yönden hem de kan şekeri yüksekliğinin gebelik sonrası çoğunlukla normale dönmesi sebebiyle diğer diyabet gruplarından ayırmak mümkündür. Ancak bu durumdan gestasyonel diyabeti hafife alınabilir bir bozukluk olarak görmek sonucu çıkarılmamalıdır, her ne kadar bu gebelerin büyük kısmında kan şekeri değerleri gebelik sonrasında normal seviyeye dönse bile gestasyonel diyabet sonraki yıllarda tip 2 diyabet görülme riskini arttıran bir faktördür ve gestasyonel diyabeti olan kadınlar gebelik sonrasında da tip 2 diyabet gelişimi yönünden belli aralıklarla takip edilmelidir
Tip 1 Diyabet
Tip 1 (insüline bağımlı) diyabet genellikle genç yaşlarda başlayan ve kan şekeri yüksekliğinin aniden ortaya çıktığı bir hastalıktır. Bu gruptaki kişileri tanımlamak için kullanılan ‘‘insüline bağımlı’’ ifadesi, bazı insanlardaki ‘‘insülinin bağımlılık yapan bir madde olduğu’’ şeklinde algılanan yanlış kanaatın aksine tip 1 diyabetli kişilerin hayatlarını sürdürebilmek için insülin tedavisine ihtiyaç duymalarından kaynaklanmaktadır. Daha önce belirtildiği gibi insülin kan şekerini düzenleyen esas hormondur ve vücudumuzda sadece pankreasın beta hücreleri adı verilen özel hücre gruplarında üretilir. Günümüzdeki bilgilere göre tip 1 diyabet, pankreasın beta hücrelerinde ilerleyici ve geri dönüşsüz bir hasar sonucu ortaya çıkmaktadır. Tip 1 diyabetli kişilerin yaklaşık % 90’ında hastalık sebebinin otoimmünite (vücudun bağışıklık sisteminin kendi hücrelerine zarar vermesi) olduğu gösterilmiştir, ancak otoimmün saldırıyı tetikleyen faktörler net olarak bilinmemektedir. Tip 1 diyabet ortaya çıktığında pankreas beta hücrelerinin büyük kısmı zarar görmüş ve insülin üretemez hale gelmiştir, bu durum beta hücrelerinin tamamını etkileyecek şekilde ilerleyici ve geri dönüşsüz bir hasar ile sonuçlandığı için mevcut şartlarda tek tedavi yöntemi insülin kullanmaktır. Tedavinin amacı pankreasın yapması gereken (ancak yapamadığı) insülin üretimini taklit edecek şekilde eksik olan insülini yerine koymaktır, bu amaçla insülin pompa tedavisi veya günde 3-4 kez cilt altı injeksiyonla yapılan insülin tedavisi uygulanır. Tip 1 diyabetin tedavisi için günlük insülin injeksiyon sayısının azaltılması veya şeker hapları olarak bilinen oral antidiyabetik ilaçların kullanılması uygun değildir. İnsülin tedavisi hastalığı ortadan kaldırmaz ancak kan şekeri yüksekliğini kontrol altına almayı sağlar, hastalık hayat boyu devam ettiği için tedavi de hayat boyu sürdürülmek zorundadır.
Tip 2 Diyabet
Tüm diyabetlilerin yaklaşık % 90’ını oluşturan tip 2 diyabet ise dünyada milyonlarca insanı etkileyen ciddi bir sağlık problemidir. Ülkemizde ise yakın dönemde yapılan çalışmalar sağlık kuruluşlarına başvuran 40 yaş üzeri her 5 kişiden, 60 yaş üzeri her 3 kişiden birinin diyabetli olduğunu düşündürmektedir. Tip 1 diyabet ile kıyaslandığında tip 2 diyabet, genellikle daha ileri yaşlarda görülür ve kan şekeri yüksekliği yavaş yavaş ortaya çıkar. Bu kişilerde hastalığın başlamasından önce pre-diyabet (diyabet öncesi) denilen bir dönem bulunur ve kan şekeri yüksekliği bu safhada kilo verme ve doğru beslenme şekliyle ilaç kullanmaya gerek kalmadan düzeltilebilir ya da en azından diyabetin ortaya çıkması geciktirilebilir. Tip 2 diyabetin başlangıcında insülin üretimi normal, hatta kan şekeri yüksekliğini karşılayabilmek için bir miktar artmıştır. Zamanla insülinin kan şekerini düşürme gücünün azalmaya başlaması (insülin direnci) pankreası daha fazla insülin üretmeye zorlar ancak şişmanlık, hareketsiz yaşama ve uygun olmayan beslenme alışkanlıklarının sürdürülmesi gibi nedenlerin yol açtığı insülin direnci sebebiyle üretilen insülin etkisiz kalır. Hastalığın ilerlemesiyle birlikte pankreas beta hücrelerinin insülin yapma kapasitesi giderek azalır ve sonuçta vücutta hem insülin direncinin hem de insülin eksikliğinin bulunduğu bir kan şekeri yüksekliği tablosu ortaya çıkar. Buradan kolaylıkla anlaşılabileceği gibi tip 2 diyabetin önlenmesinde, geciktirilmesinde ve hastalık ortaya çıktıktan sonra tedavinin her aşamasında fazla kilolardan kurtulmak, hareketsiz yaşamdan kaçınmak ve doğru beslenme alışkanlıkları kazanmak çok önemlidir. ‘‘İnsülin bağımlı olmayan’’ diyabet şeklinde de isimlendirilen tip 2 diyabette şeker hapları olarak bilinen oral antidiyabetik ilaçlar kan şekerini kontrol altında tutmak için başlangıçta yeterli olabilir, ancak hastalığın ilerlemesi ve pankreasın insülin üretemez hale gelmesi sonucu vücutta insülin eksikliği ortaya çıkar. Bu kişilere insülin tedavisi başlanmalıdır, ayrıca gebelikte, diyabetik koma durumlarında, ameliyat öncesi ve sonrası yakın dönemde, karaciğer ya da böbrek yetersizliğinde, ağır travma ve stres şartlarında, şeker hapları ile kan şekeri kontrolunun sağlanamadığı durumlarda insülin tedavisine geçilmelidir.